19 Aralık 2013 Perşembe

BİR UNFOLLOW ÖYKÜSÜ

Arada sırada twitter hesabımdan beni kimlerin unfollow ettiğini kontrol ederim. Dün gece yine rutin kontrolümü yaparken şok bir şeyle karşılaştım. Sarı beni unfollow etmiş. 


Yaklaşık bir buçuk seneden beri arkadaşız, sık sık görüşmeyiz ama birbirimizi severiz, ya da ben öyle sanıyormuşum. 
Hep sevgilisi olur, hiç boş gezmez. Herkesi delice sever, bütün sevgilileri için ölür biter. 
Kocaman bir götü var, onu eriticem diye her pazartesi diyete başlar salı bozar.
Her gay gibi psikolojisi bozuk. 

Bir gün hiç unutmam bana kalmaya geldi ilk kez. Nasıl moralim bozuk, yine kim bilir kim beni üzdü. "Hiç gerçek dostum yok gibi hissediyorum" dedim. Bana şöyle ters ters baktı. Aha geliyo tokat dedim. "Ben varım ya salak" dedi. Tuttu bana sarıldı, o an ona inanmak istedim ama gerçek olmadığını hep bildim. 

Ve yanılmadım, sanırım o son görüşmemizdi. 

- Aradan üç ay falan geçti, şimdi yeni sevgilisi var.  - 

Twitter, facebook, instagram hepsinden engelleyip silmiş. Hiç bir nedeni de yok, kimseye arkasından konuşmadım, ters bir şey yapmadım. İnsanları anlamak gerçekten çok güç. 

Yine hep aynı yere geliyorum. Net olun. Net olalım. Net olmalıyız. Anı kurtarıcam diye yalanlar söylemediğimiz bir dünya inanın daha güzel olacak. Ne hissediyorsak o. Gerçek dostum gibi hissetmiyorsan öyle olduğunu söyleme. Sevmiyorsan seviyorum deme. 

İyi ki silmiş, net olmuş. Ama keşke bana da söyleseydi şöyle şöyle sebeplerden ötürü siliyorum diye. Ama üzülmedim bile. 

Hem muhabbeti kötüydü, hem de götü büyüktü. 




17 Aralık 2013 Salı

ESKİ SEVGİLİNİN YENİ SEVGİLİSİNİN OLMASI

Romeoda biraz bakındıktan, gelen bir kaç salak mesaja cevap verdikten sonra "ona" bakmak geldi aklıma. En son on gün önce falan bakmıştım ve bir kaç gündür girmediğini görüp panıklemiştim. Neden paniklediysem. 

Adını yazdım ve entera bastım. Bir daha bastım, bir daha bir daha.... Çıkmadı. Profilini silmişti.
Eski sevgilim, beni romeoya girmek istiyorum diyerek terk eden eski sevgilim, iki ay olmadan profilini silmişti. Aklıma gelen ilk ve tek ihtimal birini bulmuş olmasıydı.

Gece kendimi zor tuttum ve sabah ona mesaj attım. 

y.b.g- birisi mi var hayatında 
e.s - bunları konuşmasak?
y.b.g - evet ya da hayır der misin lütfen?
e.s - evet 

Sanırım bu mesajlardan sonra ne hissettiğimi merak ediyorsunuz. Ben de merak ediyorum açıkçası. Hiç bir şey hissetmedim. Kendime tokat attım, elimi ısırdım ama gerçekten hiç bir şey hissetmedim. 
Sadece neden ben değil de bir başkası diye düşündüm. Madem biri ile ilişkin olacak, madem tekrar ilişki istiyorsun neden ben değil dedim. Ama sonra saçmalama dedim. 

Yenilmiş gibi hissediyorum kendimi, bir iş almış ve o işi becerememiş gibi hissediyorum. Halbuki cevap o kadar açık ve net ki. Adam beni sevmiyor, sevmiyor, sevmiyor....

Biraz daha konuştuk, ona aldığım hediye bardakları bana geri vermeyi teklif etti bir milyonuncu kez. Evet demek zorunda kaldım. Gece evin oraya getirdi. 

Ona baktım... Mutsuz gibi görünmeye çalışıyordu ama gözlerinden mutlu olduğunu anlayabiliyordum. Hakkını helal et türevi cümleler söylerken yine gözünden bir damla yaş aşağı sallandı. Umursamadım. Bardakları aldım bir kaç dakika öylece durduk. 

"Gideyim mi ben artık" dedi. 
"Gittin zaten, git" dedim. 

Eve doğru yürürken bardakları ilk çöp kutusuna fırlattım, bitti o artık, gitti, gerçekten.

BU DA BU YAZININ ŞARKISI OLSUN O ZAMAN. 


4 Aralık 2013 Çarşamba

İLK BULUŞMALAR VE TİPLER

O kadar çok ilk buluşma yaşadım ki, artık hatırlamıyorum bile insanları. Her biri farklı karakterde, her biri farklı tipte birbirinden saçma insanlar. Kimisinden hoşlandım onlar benden hoşlanmadı. Kiminin yanından annem arıyor gibi saçma sapan yalanlar uydurarak kaçtım, kiminde bayılma numarası yaptım!

Bu buluşmalarda karşılaştığım tiplerden bazılarını sizlerle de paylaşmak istedim. Eminim bu tipler her yerde ve sizinde karşınıza çıkıyor.





SÜREKLİ KENDİNDEN BAHSEDENLER

Buluştuğunuzdan ayrılana kadar sürekli kendilerini anlatırlar. Hatta biraz daha ileriye gidip annesinden teyzesinden hatta onların komşularından bile bahsederler. Arada bir durup "sen neden hiç konuşmuyorsun" derler ama ağzını açar açmaz lafınızı kesip yine kız kardeşinin üniversitedeki sevgilisini anlatmaya devam ederler.

Son yaşadığım buluşmalardan birinde adam karşıdan gelirken kaçıp gitmek istedim. Boyu benden bile kısaydı. Şekilcilik yapmak istemem ama zaten ben 170 olduğum için daha kısasını mümkünse üretmesinler.

Cihangir'in zengin kafelerinden birine oturduk ve bu kendine bir tost söyledi. Menüden fiyatına baktım karşısında 18 tl yazıyordu. Bu bir şaka olmalı diyorum sürekli, bir tosta 18 lira veren bir keriz var şuan karşımda. Zaten hep söylerim zenginler aptal olurlar diye. Ben sadece kahve söyledim.

Son zamanlarda nedense kahve içiyorum sürekli, tek içimlik bütün çeşitleri denedim neredeyse. Fındıklı çikolatalı, action  falan filan.

Nerden konu açıldı bilmiyorum ama adam yemek blogu yazıyormuş, yurtdışında eğitim almış, bir sürü takipçisi varmış, instagram hesabı yemek hesabına dönmüş, kişisel bir hesap açması gerekiyormuş. Ataşehir'deki kocaman evinden Nişantaşı'nda ki küçük bir eve geçmek onun için çok zor olmuş. Annesi ve teyzesi tablet savaşı yapmışlar. Üç tane evleri varmış. Bütün her yerden davetiye geliyormuş, işi çok mükemmelmiş, yazarken şiştim valla. Bir de iki saat bunları dinlediğinizi düşünün. İyi dayanmışım şimdi farkediyorum da.

Kalkalım mı artık demesem daha anlatacak. Kalktık, otobüse kadar anlatmaya devam etti. Teşekkür ederim dedim, onu sonsuza kadar arkamda bıraktığımı düşünerek otobüse bindim. Hareket edeli bir dakika bile olmamıştı ki telefonuma bir mesaj geldi. "El sallayaydın iyiydi"

Cevap vermedim. Vermeyeceğim de.

19 Kasım 2013 Salı

AYRILIK

Çok değil hoşgeldin yazısı yazdıktan bir süre sonra terkedildim. 

Acımasızca, umarsızca, en beklemediğim anda. 
Her şey yolundayken olunca bu tarz olaylar insan gerçekten hayret ediyor. 
Evet benim sevgilim fazla düşünen biriydi, evet her şeyi gereksiz yere kafasına takan ve uzun uzun kuran biriydi. Ama bunlar beni bırakması için yeterli ve geçerli sebepler değildi. 
Ben onu seviyordum ve onun da beni sevdiğinden adım gibi emindim. 
Bu sevgi benimle yürüyecek kadar yeterli değilmiş demek ki. Yalnızlığını benden daha çok seviyormuş. 

Cihangir'de buluştuk ayrılık için. 
Uzun uzun anlattı derdini. 
"Bir ilişki istemediğimi farkettim, tekrar romeoya girmek istiyorum, kimsenin hayatına dahil olmadan, kimseyi hayatıma sokmadan seks yapmak istiyorum, sorumluluk alamıyormuşum bunu anladım, yalnızlığı yalnız olmayı çok seviyorum"
Ardı ardına sıraladı böyle kendine haklı gelen sebeplerini. Sen de konuş dedi sonra. 
Bitmesin, gitme dedim. 
Ne düşündü bunu söylerken bilmiyorum ama içim öyle bir yandı ki, daha önce böyle bir acıyı hatırlamıyor ruhum. 
"Bunlar konusulduktan, bir taraf istemedikten sonra nereye kadar devam edebilir ki?" 
Netti, kararlıydı, eve yalnız dönmek için gelmişti. 
Sustum, uzun süre sustum, üşüdüm. Saçmalamaya başladı zaten o da. Sonra ellerini özlicem dedim alakasız bir biçimde. 

Taksim Meydanı'na geçip de sıra vedalaşmaya geldiğinde, elini uzattı. Son kez tutacaktım o çok sevdiğim elleri. Hiç bırakmak istemiyordum. Tutup tutmamak arasında kaldım ama çoktan sıcaklığını hissetmiştim. 
Kendine iyi bak dedi. Söz vermiyorum dedim.
Gözünden bir damla yaş süzüldü sonra. 
Ağladım bende, böğürerek ağladım. Görüşürüz dedim arkamı dönüp gittim. Hızlı yürüdüm. Arkamdan geliyor sandım. Arkamdan gelsin ve gitme desin beni ilk günlerdeki gibi öpsün istedim. 
Gelmedi. Gelmeyecekti. Artık yoktu. 
Ne takıntıları, ne elleri, ne gülüşü, ne güzel vücudu, ne gece sarılmaları artık yoktu. 
Ben eve yalnız döndüm. 





Bütün gece düşündüm. 
Bir başkasını nasıl öpecek, hiç mi aklına gelmeyeceğim, nasıl olur da beraber kurdugumuz o evin her köşesinde beni hatırlamaz. Ben olsam asla unutmazdım. 
Ona aldığım kupalarda seks yaptığı çocuklara kahve içirecek mi? 
Başkasına sarılacak mı......................

Elbette ki hepsini yapacak, bunları zamanla düşünmeyi bırakıcam. 
Zamanla aklımdan çıkacak. Kalbim yeniden atacak bir başkasına. 
Ama ben ilk kez bu kadar sevildiğimi hissettim, ilk kez özel olduğumu hissettim. Ben çok sevdim. 
Hep bir eksik devam ediyoruz hayata. Her giden bir şeyler götürüyor bizden. Yaralar kalıyor, kabuk tutuyor. Geçmiyor, izi kalıyor. 


NOT: MUTLU ZAMANLAR GEÇİRİRKEN ÇOK GÜZEL YAZILAR YAZMIŞTIM AMA YAYINLAMAYA GEREK YOK. KEYİFLİ OKUMALAR.

8 Ekim 2013 Salı

HOŞGELDİN

Bir dilek tuttum yaklaşık on, onbeş gün önce.
Yalvardım sesimi duyan her kimse, bu işlere kim bakıyorsa ona işte.
İlginçtir, duydu sesimi, kabul etti dileğimi. Verdi istediğimi.
Öyle güzel ve öyle istediğim gibi ki her şey, keşke şu da olsaydı, acaba böyle olsa daha mı iyi olurdu demiyorum hiç.
Ben bu yazıyı yazarken O bana bir mesaj attı, "hoşgeldin hayatıma canım" diye.
Ne söyleyebilirim bunu üzerine, ne diyebilirim.
Kelimeler gidiyor böyle anlarda içimden, derin bi boşluk, oh be duygusu, bu hissin kelimesi yok.
Bazı hislerin kelimesi yok.
Çok erken belki bunları yazmak için ama bilirsin bazen nereye gideceğini, az çok kestirirsin, daha öncekilerle karşılaştırırsın ve anlarsın o zaman en özeli gelmiştir sana artık. En özelin olmak için kalbini çalmıştır. Buyur edersin içine, heyecandan ne yapacağını bilemezsin. Her hareketiyle, her kelimesiyle hissettirir özel olduğunu, ve gitmeyeceğini.
Siz de dua edin arada bana, daha da güzel olsun her şey, daha çok mutlu olalım, hepimiz, herkes, beni üzenler, sizi üzenler bile, herkes mutlu olsun.


28 Ağustos 2013 Çarşamba

SON ZAMANLARDA

Öyle karmaşığım ki, nereden tutsam elimde kalıyorum. Nereden başlasam, ne anlatsam bilmiyorum, birikmiş hikayelerim var, yaşadıklarım, kırık öykülerim var, harcanmış adamlarım var, kırık kalbim var, susturulmuş bastırılmış hislerim var ama ne anlatsam nerden başlasam bilmiyorum.

Mutsuzum, çok mutsuzum. Ya da mutluyum bilmiyorum. En sevdiğim şarkı çalıyor, aşk yok olmak diyor gülüyorum, oynuyorum. Bitince yine napıcam ben diyorum. Deli miyim neyim ben. Evet evet deliyim ben.

Nisandan beri kimseyle ciddi anlamda flört edemiyorum, şapkalılar bıyıklılar oluyor ama bir türlü flört olmuyor onun adı. Biriyle konuşmaya başlamıştım ve hiç bir şey yokken durup dururken iki hafta sonunda benimle yapamayacağını gelecek görmediğini söyledi.

Hiç sevişmedik, sadece iki kere buluştuk, el ele bile tutuşmadık, öpüşmedik sayılır. Nereden karar verdin lan hödük olmayacağına. Hadi karar verdin bunun için doğru günü seçsene hayvan, erkek oğlu erkek.

Girdiğim sınavını kazanamamışım, dünyam başıma yıkılmış sabah öğrenmişim, annem ameliyat olmuş, sınava giricem diye söylememiş, sabah söylüyor. Bir de öğlen iş görüşmem var ta anasının amında oraya gitmeye çalışıyorum. Çocuk tutmuş bana ben yapamıyorum, yapamam diyor. Ben de düşünüyorum ki "yarın buluşuruz bana destek olur, sarar sarmalar tutarım elini güç bulurum, sarılırım iyi ki varsın derim, gitme hiç derim". Ben derim demesine de dinler mi bilmem.

Gel de depresyona girme hadi, gel de görüşmeden verim bekle, öküz oldum akşam evde ağlarken. Bir tane düzgün bir şey yok. Bir tane bile. Yazayım rahatladım dedim yazdım rahatladım valla.

İçinizi karartıcam affedin, belki hiç tanımadığınız bana dua edeceksiniz içten içe, belki arkadaş sohbetlerinizde adım geçecek, belki hiç biri olmayacak, belki buraya kadar bile okumayacaksınız. Olsun, ben hiç yüz yüze gelmediğim dostlarıma anlatmaktan, anlattıkça rahatlamaktan dolayı mutluyum. Sizi seviyorum.

Bak nasıl başladım, nasıl bitirdim yazıyı, böyle işte. Hayatım da böyle. Boktan.

Öperim, valla bak.

29 Temmuz 2013 Pazartesi

NEFRET CİNAYETLERİ

Son zamanlarda benim yaşadıklarımdan, yaptıklarım daha önemli bir şey varsa, o da sadece trans olduğu için öldürülen insanlar. 

Yanlış bedende doğmak kimsenin suçu değil, istediği bedene sahip olmak da suç değil.
İşin en ilginç yanı ülkemizde trans bireyi trans olduğu için öldürmek de suç değil. Yani hala bir nefret suçu yasamız yok.
Son öldürülen trans Gaye'nin ardından yapılan onca haber o kadar çirkindi ki. Çiçekçilik yaptığı vurgusu ile yapılmıştı haberler..
Hani sanki seks işçisi olsa hak edecekmiş gibi ölümü. 
Hepimizin öğrenmesi gereken, pek çok şey var daha bu konularda, bilmeden kırıcı konuşabiliyoruz, karşımızdakini üzebiliyoruz. 

Gaye ile ilgili bulduğum bir haber metni ise şöyle. 



Bianet’ten Çiçek Tahaoğlu'na konuşan İstanbul LGBTT’den Ebru Kırancı, Gaye’nin nasıl öldürüldüğünün otopsinin ardından açıklanacağını söyledi. Konuyla ilgili bir avukat görevlendirdiklerini ve davanın takipçisi olacaklarını belirtti.

Nefret suçları yasasının bir an önce çıkması gerektiğini ifade eden Kırancı, şöyle konuştu: "Gaye Kadıköy’de bir çiçekçi dükkanı açmıştı. 15 senedir sevgilisi vardı, birlikte yaşıyorlardı. Üç gün önce karşılaşmıştık. O gece öldürülmüş, dün de evden cenazesi çıkmış. Polis cinayet şekliyle ilgili bir açıklama yapmadı. Dün evine gittiğimde, Gaye’nin komşuları boğularak öldürüldüğünü söyledi ama bu otopsiden sonra kesinlik kazanacak."

"Bir tane daha nefret cinayeti ama katil kim? Nefret suçları yasasının artık çıkması lazım. Hayat bu kadar ucuz mu?" diye soran Kırancı, İstanbul LGBTT olarak bir avukat görevlendireceklerini ve davanın takipçisi olacaklarını belirtti.


Yedi ayda dört nefret cinayeti


Kırmızı Şemsiye’den Kemal Ördek, bu senenin başından beri toplam dört trans bireyin öldürüldüğünü, 11 trans bireyin fiziksel saldırıya uğradığını söyledi.

Ördek, trans cinayetlerinde cinsiyet kimliği temelinde var olmayan koruma önlemleri ve seks işçiliği üzerinden trans bireylerin hedef haline getirilmesinin önemli bir etken olduğunu belirtti.

"Trans cinayetleri genellikle kişilerin cinsiyet kimliği ya da seks işçiliği statüsü üzerinden gerçekleşiyor. 2013’te gerçekleşen dört cinayetin üçünde seks işçiliği yapan kadınlar öldürüldü, Gaye de önceden seks işçiliği yapmış olan, son zamanlarda da çiçekçilik yaparak hayatını idame ettirmeye çalışan bir kadın. Seks işçiliği yapsın yapmasın, trans bireylere şiddete son derece çok açık. Bu da yasal ve fiili koruma önlemleri olmamasından kaynaklanıyor. Seks işçiliği mevzuatı da trans bireyleri korumaktansa şiddete daha açık hale getiriyor."

Yılın ilk yarısında dört nefret cinayeti işlenmesinin çok yüksek bir rakam olduğunu belirten Ördek şöyle devam etti: "Her sene yazın bu cinayet sayısı artıyor. Bunlar bizim elimize geçen vaka bilgileri. Türkiye’nin 81 ilinde ne oluyor hiç bilmiyoruz. Sadece büyük şehirlerde ya da trans ağların olduğu illerden haber alabiliyoruz. Dolayısıyla gerçek sayının kaç olduğunu bilmiyoruz.”

Kemal Ördek’in yerel ağlar ve medyaya yansıyan haberlerden derlediği rapora göre 2012’de altı trans birey nefret cinayetiyle öldürüldü. 2013 Temmuz sonu itibarıyla ikisi İstanbul’da, biri Kuşadası, biri de Düzce’de dört trans birey ve iki eşcinsel erkek öldürüldü.

25 Mayıs 2013 Cumartesi

ŞAPKALI 2.BÖLÜM

Dudakları dudaklarımda şimdi, arada gözlerimi açıp bakıyorum acaba gözleri açık mı kapalı mı diye. Kim çıkardıysa onu da gözleri açıksa sevmiyor, kapalıysa seviyor diye. Kapalıydı gözleri, hemen bende kapatıp öpüşmeye devam ediyorum. Elliyor her yerime, ses çıkarmıyorum. Hoşuma gidiyor. Şarkılar bitiyor alkışlıyoruz, sarılıyoruz, el ele tutuşuyoruz, gülüyoruz, tekrar öpüşüyoruz, görsen sanki çok seviyoruz.

Bakışlarını yakalıyorum bazen bende bakıyorum on saniye falan birbirimize bakıp gülümsüyoruz. "Hiç gitme benden" diyorum. "Hep beni sev" diyorum. "Hoş geldin" diyorum içimden sessiz, duyulmasından korkarak... Anlamış gibi sarılıyor bana, göğsüne bastırıyor kafamı.

Konser bittikten sonra kafamızda iyice açıldığından " bir şeyler içelim mi" diyorum. "Tamam" diyor ve mekandan ayrılıp bir tekelden biralarımızı alıyoruz. Kapı önündeki kalabalığa, arkadaşlarımızın yanına oturuyoruz. Çok geçmeden iki çocuk gelip şapkalıya sulandı. Bu da ne olduğunu anlamadı pek ama beni tutup herkesin içinde öptü. Diğer çocuklar o an toz oldular. Tabi ben uçuyorum, sevgili miyiz lan şimdi falan diyorum kendi kendime. Allahım diyorum sonunda sonunda sağ ol seni çok seviyorum, kedileri seviyorum, annemi seviyorum, seni de seviyorum lan jale falan moduna giriyorum. Herkes sevgili mi oldunuz diyor, o hayır diyor ben susuyorum. Tebrikler diyorlar, sağ olun diyorum bu sefer o susuyor.

Biralar bitince tekrar içeri geçip biraz oynadıktan sonra tuvaletin önündeki masaları göstererek gidelim mi dedi. Olur dedim sandalyeye oturdum ve ayaküstü sevişmeye başladık. Kolumdan tutup bi anda tuvalete götürdü ne olduğunu anlamadım bile gözümü tuvalet kabininde açtım. Orda da ayak üstü biraz seviştikten sonra çıkalım mı dedim. Tamam dedi. Aynada kendimizi düzelttikten sonra çıktık, tekrar kapının önüne arkadaşlarımızın yanına oturduk.

O başkaları ile konuşurken fırsat bu fırsat diyip lezbiyen arkadaşımdan akıl almaya çalıştım. "Seviyorum dedim, halini görüyorsun oda seviyor sanırım napim dedim, bir şey yaplamıyım ama ne" " ee seviyorsan söyle " dedi. Ben de salak, zaten birinin git söyle demesini bekliyormuşum. Gerizekalı gibi gittim çocuğa senden hoşlanıyorum ben dedim. Ama böyle durup dururken başkaları ile ettiği muhabetin içine dalarak. Ne olduğunu anlamadı başta. Sonra ben aşka inanmıyorum vs. ile başlayan uzun kasvetli cümlelerini kurdu. Sex anılarımı yazıyorum falan filan dedi. Sonra ayağa kalktı. Gidiyorum dedi. Nasıl yani bana gelecektin dedim. Gelemem, sana bunu yapamam dedi. Arkasına bile bakmadan gitti. Nasıl hissettim o an var ya. Piç gibi, kimsesiz gibi, amcık gibi. Sik gibi. Yol ortasında yalnız kalakalmıştım işte. Gözümden sicim gibi aktı bir kaç damla yaş. Aldılar su verdiler, sakin ol dediler, ama hiç biri umrumda değildi, çocuk beni bırakıp gitmişti.

Biraz daha orda oturdum, kendimi rezil ettim,ağladım, küçük düştüm.
Benim kızdığım asıl olay, gece boyunca bana kırk yıllık sevgilisiymişim gibi davranıp, sonra da siktir olup gitmesi. Adam gibi ben sex arıyorum, bu gece de seninle sevişmek istiyorum dese bana en baştan, ben bin tane hayal kurup, arkasından kendimi böyle rezil etmeyeceğim. ama yok illa oyun, illa kandırmak, illa gözyaşı. Bu adilik, şerefsizlik, amcıklık değil de ne şimdi. Cineyet işlemek istiyorum. Evini basıp benzinle yakmak istiyorum, araba altında kalsın ölsün istiyorum. Hepsini geç ben bir kaç saat önceye dudaklarına geri dönmek istiyorum. Sevildiğimi hissettiğim anlara dönmek istiyorum.

Evet, sevilmek bana çok yakışıyordu...

19 Mayıs 2013 Pazar

ŞAPKALI 1. BÖLÜM

En yakın arkadaşımın "sen gizli gay değilsin, sen yazanbirgaysin kimden saklanıyorsun" demesi üzerine, ertesi gün hemen gidip okulun gay kulubune adımı yazdırdım. Sınıftakilerin anlamasından korkmuyorum çünkü ilk senemdi ve iki üç kızdan başka kimseyle arkadaş olamamıştım. Onlara da hemen söylemiştim ben gayim diye. Yani ortada bir sorun yoktu. 

Bir iki hafta sonra bir toplantı yapıldı. Terk edilmiş gibi duran bir apartman dairesinde. Lambda derneğinin yeriymiş orası sonradan öğrendim. Çay partisiydi güya ama kimse çay yapmamıştı, kolalar fantalar falan içiliyordu. Ben de salak salak konuşulanları dinliyordum tek kelime etmeden. Sonra gözüme biri takıldı, onu takip etmeye başladım, kola içişini, sigara içişini, kot pantolonunu, şapkasını! O şapkalıydı, hep şapka takıyordu, onun adı artık şapkalıydı. 

"Bir daha nerde karşılaşıcaz, tek kelime bile etmedik zaten" falan diyerek onu unutmam çok zaman almadı, ta ki iki hafta sonraki ikinci toplantıya kadar. Toplantı okulun bahçesindeydi ve biz girişte karşılaşmıştık, hemen selam verdim ve uzun uzun konuşmaya başladık. Okuduğum bölümü merak etti, defterimi açtım gösterdim. Tuvalete gitti, onu kapıda bekledim. Teşekkür etti. Allahım o kadar kibardı ki. Yeme de yanında yat yani. Gülüşünü unutmuyorum hiç, gülümseyişini. Anlamlı bakıyor insanın suratına, boş boş değil, sanki hep bir şey anlatacak gibi ya da dünyanın en önemli şeyini anlatıyormuşsun gibi bakıyor.

Toplantı olağan geçiyor, toplantı boyunca hiç konuşmuyoruz. Bir ara arkadaşım tuvalete gitmek için beni yanında götürüyor. Ve beraber geldiniz hayırdır falan diyor. Yok bir şey falan diyorum ama kalbim götümde atıyor resmen. Tekrar yanlarına gittiğimizde çocuğun sık sık bana baktıgını farkettim. Elim ayağıma dolandı, napsam ne etsem diye düşünmeye başladım. Gruptan lezbiyen bir arkadaşımın kuzeninin konseri varmış Taksimde çıkışta oraya gidicez, buna sende gelsene dedim. Önce tamam der gibi oldu sonra vazgeçti. Ben bir daha ne zaman buluşuruz diye kara kara düşünürek eşlik ettim grubun şarkısına. 

"Ada vapuru yandan çarklı..." 

Bir ay kadar sonra bir partideyim. Neden orada olduğumu bilmeden gittiğim bir partide, işte karşımda duruyor. Bir arkadaşı var yanında, elinde bardak. Dans ediyor hafif hafif. Yanına gitmeye karar veriyorum. "Selam naber" 
"Aa, iyidir senden" 
"İyiyim bende". 

Susuyoruz bir süre böyle, sonra ben sıkılıyorum yanında. Nasıl sıkıldım anlamadım. Eski ben olsam hiç konuşmasak da sabaha kadar öylece çantası gibi dikilirim çocuğun yanında.  

"Ev arkadaşımla geldim yanına gidiyorum, sen de sonra gel istersen" dedim ve arkama bakmadan gittim. Nasıl yaptım böyle bir şeyi bilmiyorum, neden yaptığımı da bilmiyorum, ama kendimden de gayet eminim. O bana gelecek, yanıma gelecek. Çok geçmeden de yanıma geldi. Aptal aptal suratıma baktı. Gülümsedi, kırk yıllık sevgilimmiş gibi, justin görmüş türk kızı gibi hayran hayran beni izledi. Sonra beni öptü. Öpüştük. müzik sustu sanki, herkes evlerine gitti, sadece ikimiz varız orada, o ve ben, öpüşüyoruz ama keşke zaman dursa diyorum keşke hep böyle kalsak, dudaklarımı dudaklarıyla birleştirsinler ayrılmayalım diyorum. 

DEVAM EDECEK. 

14 Mayıs 2013 Salı

BIYIK, NAZAN VE BİRA

Uzun zamandır yazmak istiyorum sadece, ne yazdığımın bir önemi olmadan anlatmak istiyorum içimdekini dışımdakini, kafamın içinde birbirini siken tilkileri. Birilerine anlatamıyorsun yarın karşına çıkıyor böyle böyle yapmıştın diyor, senin karşına çıkmasa başkalarına gidip seni anlatıyor. Güvenemiyorsun kimseye. Bazen ben bile konuşuyorum kendi kendimle, o nasıl gidip anlatmasın başkasına diye de koruyorum arkadaşlarımı sonra.  

Anlatacak yazacak ne var ki benim hayatımda diyorum bir süre duruyorum da parmaklarım durmuyor, beynim yaazzz diye bağırıyor en tiz sesiyle kafamın içinde yankılanıyor. Yaz yaz yaz yaz yaz yaz..

Nereden başlayacağım bilmiyorum ama hep en baştan başlanır. Ben sonran başlayacağım. Bir hafta öncesinden.

Klasik romeo turumu atarken bir mesaj geldi. "Tatlısın"yazıyordu sadece çok takmadım ta ki bana fotograflarını gönderene kadar. Hayatımın, hayallerimin erkeği ete kemiğe bürünmüş karşıma çıkmış bana tatlısın diyordu bir de. Yani o da beni beğenmişti. Ne yapmam lazım, teşekkür mü ediyim, sen de harikasın mi diyim diye iki üç dakika düşündükten sonra, beni beğenmedi yazmasın demiyor diye yazmaya karar verdim. "Hoşgeldin hayallerimin erkeği napıyorsun?" diye bir mesaj attım. Neden öyle bir şey yazdığımı hala bilmiyorum. İki dakika sonra cevap geldi. Adam o yazdığımı görmemezlikten gelmişti. İşte o an ölmek istedim. Bari hoşbuldum de öküz. Sana iltifattan da ötesini yazmışım, hiç tanımadan hayatımın merkezine koymuşum. Şu yaptığına bak. Bıyıklarından sakallarından yakışıklılığından utan be hayvan. Diye diye sakinleştirdim kendimi. Bir süre konuştuk. Ertesi gün bulusmak üzere sözleştik, telefon numaralarımızı alıp kapattık.

Akşam mesaj yazsam mı diyorum ama tutuyorum kendimi, hemen ilk günden herifin üstüne gitme diyorum.
Bir de üç hafta falan önce talihsiz bir flört yaşamışım, aşka küsmüşüm, aşk umrumda değil, kimseden etkilenmiyorum artık, kimseyle sevgili olmam yeaa, diye dolanıyorum ortalıkta. Takmamaya çalışıyorum yani adamı.

Ertesi gün buluşmaya gidiyorum ama adetimdir hep geç kalırım. Yine geç kaldım. Yine adama bir yığın küfrettirdim kesin. Demirören'in önüne varıyorum. Adamı arıyorum. Bin tane adam arasından bulamıyorum derken karşıdan biri el salladı. "Aaa bunun boyu bu kadarmıymış dedim ilk gördüğümde." Adam bildiğin benle aynı boyda. Ama o kafa o yüz en az 180 lik bir bedeni hakediyor be yavrum.

Bir bara girdik. İçki içmeye başladık bir yandan sıcak sıcak konuşuyoruz. Muhabbet hiç kesilmiyor. Adamdan hoşlanmaya başlıyorum. Gülüyorum, gözlerinin içine derin derin bakıyorum, anlamıyor ama bu kendi havasında anlatıyor bir şeyler. Nazan Öncel aşığı çıkıyor, çok severim diyorum. Demez olaydım iki buçuk saat Nazan hakkında konuşmaya başlıyor. İki kere tuvalete gidiyor. O yokken hayaller kuruyorum. Onunla sevgili olduğumu düşünüyorum, beraber uyandığımızı, kahvaltı hazırladığımızı, toplamadan dışarı çıktığımızı, bana sürpriz yaptığını falan filan bir yıgın şey düşünürken hadi kalkalım mı dedi. Sarhoş oldum olucam. "Nazlı ay gelin ay git ona söyle" şarkısını söylüyorum kendi kendime. Ağlamadan kalktık neyse ki. Eve gitmek istemiyorum ben dedim. Başka mekana gitmek amacıyla. Adam da bana gidelim o zaman dedi. E napiyim koyver gitsin dedim adamın evine doğru yürümeye başladık. Cihangir de oturuyormuş. Yol boyunca konuştuk, ne konuştuğumuzu bilmiyorum ama güzel konuşuyorduk biz bu adamla.

Evine geldiğimizde ev arkadaşı bilgisayarının başında koli arıyordu sanırım. Zırt pırt romeodan mesaj gelmesi buna işaret ediyor zira. Yolda aldığımız biraları açtık, gitti cips getirdi, oturduk salondaki tek koltuğa ve bana Nazan videoları izletti. Sonra arkadaşı yatmaya gitti. Biz öpüştük, tam mevzuya girmişken cips tabağına vurdu ve yere düştü her taraf cips oldu. Toplamadan odaya gittik.

Seviştik, seviştik, seviştik... Aşık adam sevişmesiydi bu, beni sever gibi sevişti, on yıllık sevgilisiymişim gibi öptü... Düşündüm sonra pek uyuyamadım. Herkesi mi böyle öpüyordu bu adam, herkese mi bana dokunduğu gibi dokunuyordu. Acıdı, bilmiyorum nerem ama bir yerlerim sızladı. Bu gece benim yerime başkası da olabilirdi diye düşündüm. Biraz daha sıkı sarıldım ona. Kalbinin atışını hissedince uyuyamıyorum dedi. Ben döndüm o bana sarıldı. Bir süre dalmışım.

Sabah uyanıp evime geldim, onun da benim de mosmor olmuştu boyunlarımız. İz bırakmayı seviyorum ama bunu o çok takmamıştı. Görüşürüz dedi vedalaşırken ama sanırım bir daha görüşmeyecektik.
Arada mesaj atıyorum cevap veriyor ama sever gibi değil, mecburiyetten. Ben de aklımdan yavaş yavaş çıkardım zaten onu. Olmuyorsa zorlamam, oldurmaya çalışmam. zira hayatım boyunca hep cepteki oldum, hiç sevilmedim hep nasılsa seviyor dediler benim için. Bundan sonra öyle olmak istemiyorum. Biri beni deli gibi sevsin peşimde dolansın istiyorum.

Ben acı çekmek aşık olmak istiyorum...



7 Nisan 2013 Pazar

ROMEO SORUNSALI

Belki daha önce bin kez yazıldı, herkes bundan şikayet etti ve herkes şikayet ettiğini yapmaya devam etti. Günlerdir düşünüyorum nasıl yazsam ne yazsam, nasıl başlasam diye. Kafamda öyle mükemmel bir yazı yazdım ki hatta, nobel alır o derece, ama bilgisayarın başına oturunca uçup gidiyor işte kelimeler. 


Her gay mutlaka hayatının bir döneminde üye olmuştur romeo ya da benzeri arkadaş bulma sitelerine.  Zaman zaman üyeliğimi kapatsam ya da askıya alsam da son 3 senedir romeodayım ve "aranıyorum" diyebilirim. Öyle zamanlar geliyor ki hepinizden nefret ediyorum diyip profilinizi kapıyorsunuz, yine öyle bir an geliyor ki merhaba arkadaşlar diyip yeni profil açıyorsunuz. Gay'iz işte gel gitlerimiz çok ne de olsa! 

Ve gel zaman git zaman tanışıyorsunuz bir çok insanla, bir süre sonra muhabetler aynı olmaya başlıyor, bazılarıyla konuşmalar başlamadan bitiyor, bazıları farklı semtlere uzak diyor, bazıları sex istemediğiniz için sizi engelliyor! İnsanlar çeşit çeşit, sorunlar başka başka yani. 



Artık o kadar sıkıldım ki aynı sorulardan..
Önce selam diyor...
Selam naber diyince iyi nerden diyor.

Ne beklersin ki şimdi bu adamdan, hayallerini kurduğun beyaz atlı prens senin nasıl olduğundan çok nerede oturduğunu düşünüyor olamaz değil mi? Hemen eliyorsunuz tabi, ne kadar yakışıklı olursa olsun cevap vermiyorsunuz. Veremiyorsunuz...

Bakıyorsunuz ki diğer mesajlarda aynı, hepsi nerede oturduğunuzu, kiminle yaşadığınızı, ev arkadaşınızla sex yapıp yapmadığınızı merak ediyor. Ben mi sorunluyum acaba diyorum, kimsenin nerde, kimle oturduğunu merak etmiyorum. 

İşin özetine gelirsek, yoruldum arkadaşlar, taş taşımış gibi, bu insanları sırtımda taşımış gibi yoruldum, daha da kötüsü umudum giderek azalmakta. 

Ama ne demişler, nefes alıyorsak umut var demektir!

Sevgiyle
yazanbirgay.

15 Mart 2013 Cuma

EN İYİ SEVİŞME

Sıla bağıra çağıra söylüyor şarkısını radyomda yine. Sevişmek herkesle aynı mı sence? diye soruyor. Düşünüyorum. Değil tabii, diye yanıtlıyorum sonra. En iyi sevişmemi hatırlamaya çalıyorum bir süre sonra. Bulamıyorum. En çok zevk aldığım sevişmemiydi en iyisi, yoksa sevildiğimi en çok hissettiğim mi? 


Bu sorunun yanıtını düşünüyorum günlerdir, sizce hangisiydi en iyi sevişme?